gkhnncom.tr.gg adresine hoş geldiniz
1 fatiha 3 ihlası şerif ve saygı duruşu lütfennn
lütfen siteye girerken sigaranızı söndürün


   
  hosgeldiniz
  aydın doğan camur at izi kalsın
 
Doğan vuruşa vuruşa ricat yolunu seçti  
15 Eylül 2008 Pazartesi, 07:14 AÇIK GÖRÜŞ

Doğan vuruşa vuruşa ricat yolunu seçti

‘Evi camdan olan komşusunu taşlamaz’ düsturuyla hareket etmeye itina gösteren medya-siyaset ilişkisi, çoğu zaman alttan alta aracılar ve bazen de ‘içten’ pazarlıklar ile sürdürülmeye çalışılan bu ‘seviyeli birliktelik’, Başbakan Erdoğan’ın ‘oyunbozan’ çıkışından sonra yıpratıcı ve belki de yıkıcı bir savaşa dönüştü. Peki, böylesine ani ve keskin bir biçimde patlak veren bu savaşta yıpranan veya yıkılan kim olur?

M. MÜCAHİT KÜÇÜKYILMAZ*

GAZETECİLİĞİN tek başına kárlı bir iş olmadığının anlaşılması, aynı zamanda meslekteki kirlenmenin de başlangıcıdır, demek abartı sayılmaz herhalde. Zira Osmanlı’nın muhalif ama meteliksiz aydınlarından başlayarak matbuatın finans probleminin çözülme biçimi, Türk basınının, bir türlü kanuni düzenlemelerle giderilemeyen sorunlu yapısal niteliklerinin oluşmasında da belirleyici oldu.

Tarihi, Tanzimat’ın hemen öncesinden başlatılan ve o günden beri kendisine halkı ‘aydın’latmak, misyonu yükleyen Türk basını, bu basit ama evrensel sorunla hep yüz yüze kaldı.

Fazıl Mustafa Paşa’nın himayesini kaybedince, onun rakibi Hidiv İsmail Paşa’dan destek alarak Hürriyet’i çıkarmaya devam eden Ziya Paşa gibi, hamisiz veya sermayesiz aydınlatma misyonunun ifa edilemeyeceğini gören pek çok aydın, çoğunlukla gazetecilik dışı yöntemler kullanarak iktidar ile sermaye temini konulu ilişkiler kurdular.

Türkiye, medya-siyaset (iktidar) ilişkilerin yürütülmesi bakımından, herhangi bir Batı ülkesi ile pek çok benzerlikler taşıyor; fakat diğer bazı konularda olduğu gibi, burada da kendine özgü şartları olan bir ülke olarak arz-ı endam edebiliyor. Mesela medya ve siyasetçiler arasında güç paylaşımı konusundaki örtülü mutabakat ve karşılıklı dayanışma kültürü açısından da maalesef pek çok Batılı ülkenin gerisindeyiz! Zira Türkiye’de bugüne kadar politikacılar ve medya mensupları arasındaki ilişkiler kısa vadeli, kırılgan ve politikacılar aleyhine bir seyir izledi. Oysa birçok Batı ülkesinde medya ile siyasetçiler karşılıklı yarar ilkesini, kar-zarar dengesini gözeterek hareket ediyor ve birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya sermekte bu denli aceleci davranmıyor.

Aba altından sopa

Bu elbette, medya etiğine uygun bir durum olarak görülemez; fakat açıkçası dünyanın herhangi bir ülkesinde siyasetçilerin medya karşısında Türkiye’deki kadar edilgen bir konuma düştüklerine rastlamak zordur. İşte bu durumun istisnası, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Aydın Doğan’a ismen hücumu oldu.

Türkiye’de 1990’lı yıllar boyunca esen teşvik ve devlet destekli kredi rüzgárından en fazla nasiplenen Doğan Grubu, Başbakan’ın ortaya koyduğu son olayda 2005 yılında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndan 255 milyon dolara satın aldığı Hilton Oteli’ne rezidans yapmak için imar izninin genişletilmesini ister. Bunun için CHP’li Şişli Belediyesi’nden gerekli izinleri alır, ancak AK Partili İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Doğan’a 3 ila 5 milyar dolar arası bir rant getirecek olan bu talebi, arazinin sit alanı olduğu gerekçesiyle reddeder. Sonuçta konuyu Başbakan’a kadar götüren Doğan, ‘Ben bu kadar parayı burayı otel yapmak için mi verdim?’ diyerek aba altından sopa da gösterir.

Bu savaşın galibi olur mu?

Erdoğan’ın bir ilçe kongresinde mutat konuşurken, aniden ceketi çıkarıp seyyar mikrofonu eline alarak ülkenin en büyük medya patronuna salvolar sıralayacağını, onun veya Doğan’ın yakın çevresi, hatta kendisi bekliyor muydu, bilemiyorum. Fakat medya ile siyaset arasındaki bu tür tartışmaların ne denli yıpratıcı olabileceğini tecrübeyle bilen kamuoyu Erdoğan’ın bu çıkışını hiç beklemiyordu. Hatta içten içe Doğan Grubu’nun ‘artık çok olduğu’nu düşünen AK Partililer bile muharebenin zamanlaması konusunda şaşkınlık yaşadı. Bizzat Doğan’a hitaben konuşan ve muhatabını ‘iddialarını ispatlayamadığı takdirde ahlaki değerler noktasında nasibini almamış’ diye tanımlayan Erdoğan, Türkiye’deki medya-siyaset ilişkisi için dönüm noktası olabilecek bir tartışmayı da başlattı. Tartışmanın diğer aktörü Doğan ise, bugüne kadar hiç olmadığı oranda ‘görünür’ hale geldi, kendisine ait yayın organlarının hemen hepsine çıkarak Erdoğan’ı cevapladı.

Kuru sıkı savaşlar

2009 yerel seçimlerine 6 ay kala siyasi rakiplerini bırakıp ülkenin medya devine yüklenen Erdoğan, yine sezgileriyle kimilerine irrasyonel gelen bir hamle yaptı. Geçmişte Adnan Menderes ile Metin Toker’in Akis dergisi, CHP iktidarıyla Kemal Ilıcak’ın Tercüman gazetesi, Turgut Özal ile Erol Simavi ve Tansu Çiller ile Aydın Doğan arasında kılıçların çekildiği kavgalar yaşandı. Ancak ‘Şunu da bil Aydın Doğan!’ tarzı kişisel hitaplara ve sonraki günlerde ortaya çıkabilecek tabloya dair herhangi bir ihtiyat payı bırakmayan meydan okumalara kamuoyu alışkın değil. Zira ‘evi camdan olan komşusunu taşlamaz’ düsturuyla hareket etmeye itina gösteren bir medya-siyaset ilişkisi, her şeye rağmen, bir süredir yürütülmekteydi. Çoğu zaman alttan alta aracılar ve bazen de ‘içten’ pazarlıklar ile sürdürülmeye çalışılan bu ‘seviyeli birliktelik’, Başbakan Erdoğan’ın ‘oyunbozan’ çıkışından sonra yıpratıcı ve belki de yıkıcı bir savaşa dönüştü.

Peki, böylesine ani ve keskin bir biçimde patlak veren bu savaşta yıpranan veya yıkılan kim olur?

Bir zamanlar Uzanlar vardı

Medya grupları arasında; 1990’ların başında Erol Aksoy - Cem Uzan, ardından Dinç Bilgin - Aydın Doğan, Korkmaz Yiğit - Aydın Doğan, M. Emin Karamehmet - Aydın Doğan kavgalarında genellikle her iki taraf ciddi biçimde yara aldı. Fakat süreç içerisinde Doğan Grubu, hükümet iktidarı ile bürokratik iktidar arasındaki stratejik dengeyi doğru okuyarak her türlü iktidar ile bağları sıkı tuttu. Bir tarafında iktidar gücünün bulunmadığı medya savaşları da genellikle birbirine yakın kuvvetlerin orta saha mücadelesi şeklinde geçtiği için uzlaşma ile neticelendi. Bu tür iç çatışmalar yıpratıcı olsa da yıkıcı olmadı. Tasfiyeler ise, iktidarın tavsiyelerine uymayan medya patronlarının, medyayı, gücü kendinden menkul bir zatiyet addetmeleri nedeniyle trajik bir biçimde gerçekleşti. Örneğin, Erol Aksoy’u, rakipleri veya kötü yönettiği Show TV, Cine5 ve Akşam gazetesi değil; sahibi olduğu İktisat Bankası’nın mevduat açıkları ile yandaş kredi kullanımının, siyasi ve bürokratik iktidarın hoş göremeyeceği bir düzeye ulaşması yıktı. Yine 50’sinden sonra medyaya merak salan Korkmaz Yiğit, Türkbank üzerinden iktidarla giriştiği bilek güreşinde yenilerek meydanı terk etti. Keza Dinç Bilgin de Etibank’ın sahibi olduktan sonra aileden miras bölgesel Yeni Asır gazetesi başta olmak üzere, Sabah ve ATV gibi kár eden kuruluşları elden çıkardı, ceketini alıp gitti. Siyasi iktidara karşı bodoslama yürüyen, parti kurarak seçim meydanlarında ‘Ulan Allahsız Tayyip!’ diye feveran eden Cem Uzan ve onun aile holdingi, konunun en uç ve dramatik örneği olarak hálá hafızalarda tazeliğini koruyor.

O halde medya içi savaşlar, daha çok kuru sıkı silahların patlatıldığı, en fazla yaralamalı düellolar şeklinde geçerken, kendisini kuvvetler ayrılığı içerisinde farz edip diğer güçler olan yasama, yürütme ve yargıya bayrak açan medyanın akıbeti pek de hayır olmuyor. Zira kendi içinde hesap gören medya, sermaye ile olan zorunlu ve sorunlu ilişkisi çerçevesinde kendi ontolojik düzlemine uygun bir zeminde kılıç şakırdatırken, siyasal ve bürokratik iktidardan rol çalma hevesine kapıldığı andan itibaren ontolojik hiyerarşi gereği boyundan yukarıya zıplamak zorunda kalıyor. Elbette zıplamak mümkün, hatta Doğan bugüne kadar defalarca zıplamış olmanın verdiği özgüvenle AK Parti iktidarına daha keskin hamlelerle saldırabilir; fakat zıpladıktan sonra iki ayaküstüne düşemeyen bunca örneğin biriktiği zengin bir sosyo-politik ortak hafıza var. Ontoloji şaşarsa, zemin kayabilir; böyle olmasa bile Hilton’un camdan duvarlarını nasıl koruyacak Doğan?

Erdoğan, siyasi yaşamı boyunca daima medyanın gündeminde oldu. 1994’te yerel seçimleri öncesinde medyanın toplumsal gündemi ıskalamasının en canlı örneklerinden biri olarak kaçak gecekonduda oturmakla suçlanan ve hakkında Doğan Grubu’nun gazeteleri tarafından ‘Tayyip’in Arazi Yağması’ ‘Vay Tayyip Ağa Vay!’, ‘Tayyip’in Villaları’, ‘Tayyip Ağa, mal varlığını açıkla’ gibi manşetler atılan Erdoğan, yüzde 60’ından fazlası kaçak binada oturan İstanbul halkından en çok oyu aldı. Belediye Başkanlığı döneminde ve sonrasında, yine başını Doğan Grubu’nun çektiği medya tarafından hırpalanmak istenen Erdoğan, sosyologların yorumlamakta zorlandığı bir sonuca yol açtı; yükselişini sürdürdü.

Hatta onun saldırıya maruz kalarak güçlenmesi, medyanın kadiri mutlak/belirleyici bir güç olmadığı, sadece mevcut süreçlere ivme kazandıran veya onu yavaşlatan bir etkiye sahip olduğu yolundaki tezlere örnek olarak gösterildi.

Medya tekeli ve demokrasi

Bugün en büyük grup olan Doğan için 90’lı yıllara kıyasla daha riskli bir ortam şekillenirken, en zayıf dönemlerinde bile medyaya karşı ‘halkı kazanarak’ kazanan Erdoğan açısından hayati avantajlar bulunuyor:

1. Kendisi tekel olmakla suçlanan Doğan’ın ‘Tek gözlü medya ile demokrasi mi olur?’ diye eleştirdiği durum, yani Erdoğan’ı destekleyen gazete ve televizyonların varlığı, Erdoğan’a avantaj sağlıyor. Değişen medya mülkiyet yapısı, monopolden ziyade birbirine hücum etmek için fırsat kollayan oligopolistik bir görünüm arz etmeye başladı.

2. Doğan’ın iktidarlardan ticari taleplerini elde ederken izlediği ‘hem kan kusturup hem leğen tutma’ siyaseti, Doğan Grubu’nun saldırılarını karşılayabilecek yeterli medya ve sermaye gücünü arkasına aldığını düşünen Başbakan’ı harekete geçirdi. Doğan, köşe yazarlarını ‘iyi polis kötü polis’ olarak hükümetlerin üzerine sürdüğü bu oyun tarzının Erdoğan’ın sert ve ani çıkışıyla bozulmasından dolayı şaşkın; ‘İsterlerse beni yok edebilirler’ diyerek devlet iktidarı içindeki farklı güçlere SOS yolluyor. Devamında, daha yüksek dozlarda ‘Benden sonra sıra size gelecek’ mesajı verebilir.

Doğan-Baykal kader birliği

3. Toplum nezdinde pek de sempatik bir kişilik olmayan Doğan’ın biraz mağduriyet söylemi tutturmaya çalıştığı, ancak son tahlilde can simidinin halktan gelmeyeceğini bildiği için, daha çok devlet içi güç dengesine umut bağlayacağı öngörülebilir. Bu yüzden Doğan, vuruşa vuruşa ricat yolunu seçecektir. Yerel seçimler öncesi siyasette ciddi bir muhalifi kalmayan Erdoğan ise, Baykal ile Doğan’ı aynı saflara itiyor; böylece hem karşısındaki cephe siyaset dışı bir aktörle genişlediği için yiğit ve mağdur konumuna geçecek, hem de Doğan’ın sevimsiz toplumsal imgesi ile Baykal’ınkini birleştirerek karşısındaki geniş cepheyi koflaştıracak.

4. Erdoğan’a destek veren Çalık, Zaman, Star, Albayrak grupları dışındaki Karamehmet ve Ciner grupları da bu savaşta Doğan’ın karşısında yer aldı. Önceki iktidar-medya kavgalarında bu denli aşikár görülmeyen bu bloklaşma, Doğan’ın elini zayıflattığı gibi, seçimlere kadar geçecek sürede medya dışında olan ve siyaset içinde de marjinalize olmaya yüz tutan Baykal’dan başka destek bulamaması anlamına gelebilir. Gerçekte bir homo economicus olan Doğan açısından bu tuhaf ittifak uzun vadede rasyonel ve sürdürülebilir değildir.

5. Doğan Grubu’nun, Deniz Feneri’nden sonra en fazla etkili olmayı deneyeceği konu, Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasındaki ilişkidir. Nitekim grubun yayın organları, ilk günden itibaren Başbakan Erdoğan’ı, Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan’daki diplomatik başarısını gündem dışına itmekle suçladı. Erdoğan’ın başlattığı bu spontan savaş, aynı zamanda Gül ile arasındaki sağlam kader arkadaşlığının bir kez daha sınavdan geçmesi anlamına gelecek.

6. Doğan bunca yıldan sonra medyanın muhalif, halktan yana ve demokratikleşmeye katkı sağlayan misyonunu hatırladı, fakat seçimlere Erdoğan ve siyasi rakipleri girecek; Doğan değil. Sandıktan çıkacak sonuç, Doğan açısından herhangi bir kriter sunmayacağı için onun Baykal ile birlikte anılmasından başka bir işe de yaramayacak.

Doğan, Erdoğan’ın ‘oyunbozan’ baskınıyla kendisini ortasında bulduğu savaşta bir an önce ricat etmezse, katılmadığı halde seçimin mağlubu olabilir. Daha kötüsü, akaryakıt istasyonlarının ulusal marker uygulamasında var olduğu söylenen sorunlar, ülkedeki en geniş ağa sahip olan POAŞ’ın 100 milyon dolarlarla ifade edilecek bir ceza almasıyla sonuçlanırsa, Doğan, seçimde olduğu gibi geçimde de kaybedebilir. Nitekim, borsadaki hisse düşüşleri ve SPK’nın Doğan ile ilgili manipülasyon iması muhtemel kayıpların habercisi gibi duruyor.
 
 
  Bugün 29660 ziyaretçi (80142 klik) kişi online  
 
EkleBunu Sosyal Paylaşım Butonu Facebook'ta Paylaş Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol